The Economist’in 28 Ağustos 1999 sayısında çıkan ‘Türkiye’den Dersler’ yazısında aynen şunlar söyleniyor:
“1994 Los Angeles (54 ölü) ve 1995 Kobe (6500 ölü) depremlerinden alınan dersler – her şey eşit olduğunda – ölü sayısını etkileyen en kritik faktörün kullanılan yapı malzemesinin özellikleri olduğunu gösteriyor.
Katil ağırlıktır: Türkler, başlarının üzerindeki yıkılan strüktürlerin altında ezildiler.
Japonya’da sık olan tayfunlardan korunmak amacıyla inşa edilmiş ağır çatılı yapıların ölümcül olduğu ispat edildi. California’da ise beton temellere bağlanmış hafif çatılı ahşap karkas evler titremelere dayandı. Türkiye ve yardıma koşan iyi niyetli yabancılar ağır ve yüksek beton binaları tekrar inşa etmeden önce, “eski-moda” ahşabı düşünseler iyi ederler.”
Türkiye’de ahşap yapıdan söz edince bütün mimar ve mühendislerin kaşları kalkıyor. ‘‘Ülkemiz artık gelişmiştir, deprem yönetmeliğimiz çağdaştır ve depreme dayanıklı beton binalar yapabiliriz eksiğimiz sadece kontrol mekanizması ve namuslu müteahhitler.’’ Yılda 400.000 konut yapılan bir ülkede kontrol mekanizmasının işleyebileceğini sanmak hayalciliktir. Yapı denetim kurumları en gelişmiş ülkelerde bile bu yapılamıyor.
İkinci göz ardı edilen önemli nokta ise hiçbir üretimin hatasız olamayacağı. ISO 9000’li buzdolabınız her zaman arızalı çıkabilir, gidip değiştirebilirsiniz. Ama binalar çökünce insanlar ölüyor.
Türkiye’de depremle yaşamaya mecburuz. Amaç depremlerde ölü sayısını en aza indirmek. Bunun yolu ise hafif ve az katlı bina yapmaktan geçiyor. En kötü hafif binadan sağ kurtulma olasılığı çok yüksek. Çöken hafif bir ahşap çatıdan kafanızı bir yastık ile koruyabilir, altında kaldığınız enkazdan ise 2-3 komşunun yardımı ile çabucak çıkarılarak kurtulabilirsiniz.
The Economist’in dediği gibi, “eski – moda” ahşabı tekrar düşünmenin zamanı çoktan geldi.