Kalebodur’la Mimarlar Konuşuyor’da Prof. Dr. Abdi Güzer’in Nisan ayı konuğu EPA Mimarlık’ın kurucularından Ersen Gürsel oldu.
Kalebodur’un 2013 yılında Türkiye’de mimarlık arşivinin oluşması adına başlattığı “Kalebodur’la Mimarlar Konuşuyor” söyleşileri her ay farklı konuklarıyla, mimarlık kültürüne katkıda bulunmaya devam ediyor.
Mimarlığı anlama ve dünyada ses getiren mimarları yakından tanıma imkânı sağlayan ‘Kalebodur’la Mimarlar Konuşuyor’ ünlü mimar Ersen Gürsel’i ağırladı. Prof. Dr. Abdi Güzer’in sorularını yanıtlayan Gürsel, mimarlık ortamındaki gelişmeleri ve yapılı çevrenin niteliğini değerlendirdi.
Dünya Sürdürülebilir Mimarlık Ödülü, Mimar Sinan Büyük Ödülü gibi pek çok ödülün sahibi olan mimar Ersen Gürsel ile gerçekleşen keyifli söyleşinin tamamı mimarlarkonusuyor.com portalı üzerinden izlenebilir.
“İnsanlar burada kendilerini nasıl hissediyor?” sorusunu sormak önemli
“Mimarlığı sosyal yaşamın dışında, sadece imgelerin biçime dönüşmesi olarak görmek bana eksik geliyor. Yaşam kalitesine katkı sağlamak ve bu düşüncenin mekansal karşılığı benim için önemli. Fiziksel çevrenin tasarımına yaklaşırken, bireylerin ortak yaşam alanları ile ilişkilerini gözetmek, “İnsanlar burada kendilerini nasıl hissediyor?” sorusunu sormak önemli. Tasarım evreni öyle bir gücü içinde barındırıyor ki, tek başına her şeyi yapabilirsin! O noktada tasarımın kullanıcısını unutmamamız gerekiyor. Mimarlar, kaçınılmaz olarak barındırdıkları tasarım egoları ile kendilerine çizdikleri çerçevenin dışına çıkmanın yollarını aramalılar. Üretime daha sıcak bakmak bu işin sırrı gibi geliyor bana.”
“Doğa ile yarışmak yerine onunla birlikte olmak bana her zaman güven vermiştir.”
“Bu konu benim için mimarlık özelinde değil, çok öncesinden gelen, tutkuya dönüşmüş bir olgu. Doğayla birliktelik her zaman çok önemli. Doğanın önünde olmak, onunla yarışmak yerine doğa ile birlikte olmak bana her zaman güven vermiştir. Mimari yapı doğal çevrenin bir parçası olarak pekala düşünülebilir. Sürdürülebilirlik kavramını yaşam çevresi içinde aramalıyız. Yerel çevrede eski yapılara baktığımızda hiçbirinde şimdi bu çağda kullandığımız anlamıyla sürdürülebilirlik düşüncesi üzerinden tasarlamadılar. Fakat hep insanların bu yapıları kullanacağı varsayılarak gidilen tasarımda, yaşam yapılarla, doğayla ve insanla bütünleştiğinde bu mümkün oluyor. Bu, arka planda her zaman hatırladığım, beni daima dengeleyen bir şeydir.”
“Bu sessizliği nasıl koruyabilirim?”
“Bodrum’da beni en çok zorlayan yapı The Marmara Oteli oldu. Orada bir ateş feneri var, her yerden görünüyor, soyunmuşsun, kendini örtemiyorsun sanki, nereden bakarsan bak gözüküyor… ‘Bu da benim Bodrum’da yapacağım son büyük ölçek yapı olsun’ dedim ve dolaşmaya başladım otelin arazisinde.
Beni en çok etkileyen sessizlik oldu. Yavaş yavaş arazinin içinde yürümeye başladım. Yamaçlara yaklaşınca, yokuş başını tırmanmaya çalışan araçların motor seslerini yakalamaya başladığını fark ettim. Yatırımcılara hesap vermen gerekiyor ama bu noktada bireyselliğim önce çıktı, ‘bu sessizliği nasıl koruyabilirim?’ diye düşünmeye başladım. Bir duvar yapmaya karar verdim. Duvar hem biraz yapının çıplaklığını hem de gürültüyü örter, fakat duvarın öbür tarafında geçtiğinde bir sürprizle karşılaşmalısın: Ege’nin mavisi…”